Friday, January 4, 2008

Bugüne kadar kaç kürt isyanı oldu ?

http://www.milliyet.com/2008/01/03/yazar/zbirand.html

Mehmet Ali Birand , Posta , 03.01.2008


M. Ali BİRAND

Bugüne kadar kaç kürt isyanı oldu ?


Kendisi istemediğinden dolayı ismini açıklamayacağım, ancak emekli bir asker olduğunu söylemekle yetineyim. Anlayabildiğim kadarıyla, Genelkurmay arşivinden yararlanmış ve son derece çarpıcı bir liste çıkartmış. Osmanlı döneminden bugünlere tüm önemli Kürt isyanlarını bulmuş. Herhalde, daha onlarca küçük ayaklanmalar yaşanmış, ancak listelere alınacak kadar önemsenmemiştir.
Okuduğumda inanamadım.
Tarihimizin böylesine sürekli bir kürt isyanları ve onların bastırılmasıyla dolu olduğunu bilmezdik. Zira, Kürt kökenli vatandaşlarımızla ilişkiler hep tabu muamelesi gördü. Kürtlerin memnuniyetsizlikleri hep saklandı.
Aşağıda bulacağınız bilgileri kesip saklayın. Zira başka bir yerde bulamayabilirsiniz.

A. OSMANLI DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR:

1. Babanzade Abdurrahman Paşa isyanı (1806- Musul)
2. Babanzade Ahmet Paşa isyanı (1812 � Musul)
3. Zaza'ların isyanı (1820)
4. Yezidilerin isyanı (1830- Hakkari)
5. Şerefhan isyanı (1831- Bitlis)
6. Bedirhan isyanı (1835- Botan)
7. Garzan isyanı (1839- Diyarbakır)
8. Ubeydullah İsyanı (1881- Hakkari)
9. Bedirhan Osman Paşa ve kardeşi Hüseyin Paşa isyanı (1872-Mardin-Cizre)
10. Bedirhan Emin Ali isyanı (1889- Erzincan)
11. Bedirhaniler ve Halil Rema isyanı (1912-Mardin)
12. Şeyh Selim Şehabettin ve Ali isyanı (1912- Bitlis)
13. Koşgari isyanı (1920- Koşgiri)

B. CUMHURİYET DÖNEMİ AYAKLANMALARI:

1. Nasturi isyanı (1924- Hakkari)
2. Jilyan isyanı (1926- Siirt)
3. Şeyh Sait isyanı (1925- Bingöl-Muş-Diyarbakır)
4. Seit Taha ve Seit Abdullah isyanı (1925-Şemdinli)
5. Reşkotan ve Reman isyanı (1925- Diyarbakır)
6. Eruh'lu Yakup Ağa ve oğulları (1926-Pervani)
7. Güyan isyanı (1926-Siirt)
8. Haco isyanı (1926- Nusaybin)
9. I. Ağrı isyanı (1926)
10. Koçuşağı isyanı (1926- Silvan)
11. Hakkari- Beytüşşebab isyanı (1926)
12. Mutki isyanı (1927- Bitlis)
13. II. Ağrı isyanı
14. Biçar harekatı (1927- Silvan)
15. Zilanlı Resul Ağa isyanı (1929- Eruh)
16. Zeylan isyanı (1930- Van)
17. Tutaklı Ali Can isyanı (1930- Tutak-Bulanık-Hınıs)
18. Oramar isyanı (1930- Van)
19. III. Ağrı harekatı (1930)
20. Buban aşireti isyanı (1934- Bitlis)
21. Abdurrahman isyanı (1935-Siirt)
22. Abdulkuddüs isyanı (1935-Siirt)
23. Sason isyanı (1935-Siirt)
24. Dersim isyanı (1937-Tunceli)
25. PKK terörü (1984-1999)

C. KURULUP DOĞILMIŞ KÜRT ÖRGÜTLER :

MARKSİST VE LENİNİST ÖRGÜTLER:

- Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)
- Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri (DDKD)
- Devrimci Halk Kültür Dernekleri (DHKD)
- Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği (ASDK-DER)

BÖLÜCÜ ÖRGÜTLER :

- Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi (TKDP)
- Kürdistan Öncü İşçi Partisi (KÖİP-PPKK)
- Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi ( TKSP)
- Rizgari Örgütü
- Ala Rizgari Örgütü
- Kawa Örgütü
- Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları Örgütü (KUK)
- Kürdistan Sosyalist Harekatı (TSK)
- Kürdistan Sosyalist Birliği (Yekitiya Sosyalista Kürdistan � YSK)
- Tekoşin örgütü
- Kürdistan Kurtuluş Harekatı (TEVGER)
- Kürdistan İşçi Partisi (Partiye Karkaren (işçi) Kürdistan /PKK)

ÖĞRENCİ CEMİYETLERİ:

- Kürt Teali Cemiyeti
- Kürt İstiklal Cemiyeti
- İstanbul Kürt Talebe Cemiyeti

D. BÖLGEDEKİ DİĞER KÜRT HAREKETLERİ :

IRAK:

- Irak Kürdistan Demokratik Partisi ( IKDP)
- Kürdistan Yurtseverler Birliğö ( PUK- YNK-KYB)
- Kürdistan Özgürlük Partisi (PÜK)

İRAN:

- İran Kürdistan Demokratik Partisi ( İKDP)
- Kürt İşçileri Devrimci Örgütü ( KOMALA)

SURİYE:

- Kürt Sosyalist Partisi
- Suriye Kominist Partisi



(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com) yayınlanmaktadır. )

mabirand@e-kolay.net

Sunday, December 23, 2007

TSK, Enver Paşa'ya sahip çıktı - Cumhuriyetin rejim olarak geçmişi tamamen inkarına karşılık, siyaseten geçmişine sahip çıktı

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=288238


Taraf , 23 Aralık 2007


TSK, Enver Paşa'ya sahip çıktı



Genelkurmay'ın Sarıkamış Harekâtına dair yayımladığı yazıda "Plan başarılıydı ancak iklim şartları nedeniyle bu sonuç yaşandı" değerlendirmesine tarihçiler karşı çıktı.

23 Aralık 2007 14:20

TSK, Enver Paşa'ya sahip çıktı

Kurtuluş Tayiz'in haberi

GenelkurmayBaşkanhğı'nın 22 Aralık 1914-15 Ocak 1915 tarihlerinde yapılan Sarıkamış Harekâtı'na ilişkin internet sitesinden yayımladığı yazı, tarihçiler ve askeri uzmanlar tarafından eleştirildi. Yazıda "Enver Paşa'nın hazırladığı Sarıkamış Kuşatma Harekâtı; düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan başarılı bir plandı. Ancak stratejinin faktörlerinden zaman ve iklim şartları iyi değerlendirilemediği için bu sonuç kaçınılmaz olmuştur" ifadelerine yer verildi.

BÖYLE PLAN OLUR MU •

Kıbrıs harekâtına görevli olarak katılan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkea (ASAM) uzmanlarından Ercan Çitlioğlu "Planın şurası doğru, burası eksik" diye nitelenemeyeceğini belirterek Sarıkamış harekâtının büyük bir askeri kayıpla sonuçlanan başarısız planlamanın ve maceracılığın sonucu olduğunu, bugün için de bu olaydan ders çıkarılması gerektiğini söyledi. Çitlioğlu, Sarıkamış Harekâtıyla ilgili tek gerçeğin maceracı bir komutanın yol açtığı büyük askeri kayıplar olduğunu ifade etti ve "Askerler soğuktan ve tifüsten kırıldı, bunları hesaba katmayan bir plan olabilir mi" diye sordu.

Tarihçi Sina Aksin de "Enver'in turumu maceracılık ve Almanlar'a hizmettir" diyerek tarih bilimi açısından Sarıkamış Harekâtı'nın başarısız bir harekât olduğunu söyledi. Bazı askerlerin Enver Paşa'nın planının doğru olduğunu düşündüğünü de ekleyen Aksin, şu örneği verdi: "Rahmetli Fahri Belen (eski Korgeneral) bir gün bana Enver Paşa'nın planının güzel olduğunu söyledi. Bence sonuç muhakkak olarak başarısızlığı ortaya koyuyor. Ama bazı askerler böyle de düşünebiliyor."

MADDİ HATALAR VAR •
Sabancı Üniversitesi'nden tarihçi Cemil Koçak ise Genelkurmay açıklamasındaki hataların altını çizdi. Açıklamada, "Osmanlı Devleti, Almanya ile yapılan anlaşmanm ardından Birinci Dünya Savaşı'na girmek zorunda kalmıştır" dendiğine dikkat çeken Koçak "Bu ifade tamamen yanlış: Osmanlı Devleti, Rusya'ya habersizce saldırarak kendi tercihi ve isteği doğrultusunda savaşa katıldı" dedi. Koçak, "Rus Ordusu hududu geçerek baskın tarzında taarruza başlamıştır" ifadesinin de yanlış olduğunu belirterek "Baskın asıl Osmanlı'nın Sivastopol saldırışıdır. Rus saldırısı, savaşa girildiğine göre beklenmedik değildi" vurgusunu yaptı.

İKİRCİKLİ BAKIŞ*
Cumhuriyetin rejim olarak geçmişi tamamen inkarına karşılık, siyaseten geçmişine sahip çıktığını söyleyen Koçak, şunları aktardı: "Cumhuriyet Osmanlı'yı hep ikircikli anlatmak zorunda kaldı. Sahiplenmek ve onunla özdeşleşmek duygusu, tamamen inkar duygusu ile zıt da olsa birlikte yaşadı. Bolşevikler, Çarlık Rusyası'nm bir harekâtını nasıl değerlendirirdi? Cumhuriyet Osmanlı'nın harekâtlarını nasıl değerlendiriyor? Bunlara verilecek yanıtlar, cumhuriyete geçişin ne ölçüde kopuş olduğunu net bir biçimde ortaya koyacaktır."

Taraf Gazetesi

Türk "şey"i

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=288217


Radikal , 23 Aralık 2007


'Sabırlı olun ERKE biraz gecikiyor'



Birçok emekli generalin katıldığı toplantıyla 'İnsanlığı kirli enerjiden kurtaracak icat' diye tanıtılan 'Erke dönergeci' söz verildiği gibi 2007 sonuna yetişemiyor.

23 Aralık 2007 11:20

'Sabırlı olun ERKE biraz gecikiyor'

Türkiye'nin bayrama ve yılbaşına mutsuz girmesini sağlayan haber Erke'den geldi. Geçen yıl kasım ayında 'hiç bir yakıt tüketmeden' enerji üreten bir alet olduğu açıklanan Erke, yani pozitif bilimlerin henüz 'aklının ermediği' Türk icadı 'dönergeç' 2007'ye yetişmiyor.

Emekli paşaların, genelkurmay başkanlarının tam kadro katıldığı ihtişamlı bir basın toplantısıyla 'ne olduğu anlatılmadan' kamuoyunun karşısına çıkarılan Erke söylenildiği gibi bu yıl 'insanlığın yararına' sunulamayacak. Erke Erke Araştırmaları ve Mühendislik A.Ş.'nin yönetim kurulu adına şirket danışmanı emekli Tümgeneral Çetin Uğural'ın 'yakıt gerektirmeyen bir kuvvet makinesi' diye tanıttığı icat için biraz daha beklemek gerekiyor.

10 Kasım'da 1.5 milyon dolar

Geçen yıl Cumhuriyet Bayramı'nın kutlandığı 29 Ekim'de Türkiye, farklı bir reklam kampanyasıyla tanıştı. Gazete ve televizyonlarda yayımlanan reklamda yalnızca 'Erke... Bilimsel Düşüncenin Gücü' sloganı vardı. 10 Kasım'da da gazetelerde tam sayfa Atatürk'lü bir ilan yayımlanınca, Erke'nin Atatürkçü toplumsal bir hareket olabileceği üzerinde duruldu. Hatta yeni bir asker partisi olduğu bile söylendi.
Tam sayfa gazete ilanlarıyla ortaya çıkan ve reklama en az 1.5 milyon dolar harcayan Erke için Genelkurmay Başkanlığı sitesinde yaptığı açıklamada, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin konu hakkında ne bilgisi ne de ilgisi bulunmaktadır" denildi.

'Gece 24.00'e kadar süre vermişti

Uğural paşa, 21 Kasım 2006'da yapılan toplantıda, hakkında hiçbir bilimsel detay vermeden, sır gibi saklanan 'Erke dönergeci'nin seri üretimine 2007 yılı içinde geçileceğini gerekli altyapı ve teknik konuların tamamlandığını hatta, patent başvurularının bile yapıldığını söylemişti. Daha sonra yapılan açıklamalarda şirketin patent başvurusunun tamamlandığı öğrenilmişti. Çetin Uğural, gazetecilerin ısrarlı soruları üzerine, 'Erke'nin 2007 yılı içinde mutlaka piyasada olacağını süre olarak da; yılın son günü olan 31 Aralık gece saat 24.00'e kadar zamanları olduğunu söylemişti.

Şirket, 'yola devam' diyor

Daha sonra derin bir sessizliğe gömülen Erke Erke Araştırmaları ve Mühendislik A.Ş, nihayet bir açıklama yaptı. Açıklama bu kez ne gazete ilanlarıyla ne de basın toplantısıyla oldu. Şirketin internet sitesinde 'dönergeç'in bu yıla yetişmeyeceği sessiz sedasız duyuruldu.

Sitedeki kamuoyu duyurusu şöyle: "21.11.2006 tarihli basın açıklamamızda buluşa göre çalışan ilk ürün olan elektrik üretecinin milletimiz ve tüm insanlığın kullanımına arz edileceği ve bunun 2007 yılı sonuna kadar gerçekleştirileceği beyan edilmiştir. Buluşumuzun, Türk milleti ve tüm insanlığın faydasına sunulabileceği uygun ortamın hazırlanmasıyla ilgili çok yönlü çalışmalarımızın öngörümüzün aksine 2007 yılı içerisinde tamamlanamayacağı anlaşılmıştır. Buluşa göre çalışan ilk ürünün kullanıma sunulması için planlanan sürenin aşılacak olması konunun önemi ve mahiyeti düşünüldüğünde arzu edilmemekle birlikte ihtimal dahilinde bir durum olarak değerlendirilmelidir. Şirketimizin önceliği, ilkelerinden taviz vermeden buluşun, Türk milleti ve tüm insanlığın istifade edebileceği şekilde kullanıma sunulabilmesidir."

Emekli generaller geçidi

21 Kasım 2006'da, 'Hiçbir enerji tüketmeden, tüm dünyanın bütün alanlarda ihtiyacı olan enerjiyi üreten' bir 'alet' geliştirdiklerinin müjdesini veren şirket, şaşaalı bir basın toplantısıyla ürettikleri aleti göstermeden kendi deyimleriyle 'heyecanlarını' kamuoyuyla paylaşmışlardı.

Alet hakkında hiçbir bilginin verilmediği, hiçbir bilimsel açıklamanın sunulmadığı ve hiçbir şirket yöneticisinin yer almadığı etkinlik bugüne kadar izlediğim yüzlerce basın toplantısının hiçbirine benzemiyordu. İstanbul Swissotel'de yapılan öğle yemekli organizasyon tam bir emekli generaller geçidine sahne olmuştu.

'Bunun için savaş çıkar' denildi

Tiyatrocu Korhan Abay vardı sahnede. Erke'nin hazırladığı 'yaklaşan enerji darboğazı, tükenen kaynaklar, küresel ısınma, sera etkisi, kuraklık, seller gibi' dünyayı tehdit eden enerji konusuna ilişkin bir sunum yapmıştı. Uğural paşa da, 'değerli komutanlarım' diye başladığı konuşmasında Atatürk' ün 10. Yıl Nutku'ndan bir bölümle devam etmişti. Uğural, 'Erke dönergeci' ismini verdikleri aletin icadı için şirketlerinin uzun süredir çalıştığını şöyle açıklamıştı: "Bu buluşla erişilen sistem, çevreye zarar vermeyen, istenilen güç ve sürati sağlayabilen, doğrudan hareketin elde edilebildiği yakıt gerektirmeyen bir kuvvet makinesidir. Bu sistemin çalışmasında maddenin atalet özelliğinden faydalanılıyor. Şimdi buraya getirsek, 'İçinde pil mi var, nedir bu' gibi sorular sorardınız. Öyle hemen ortaya çıkarılır gösterilir mi? Bunun için savaş çıkar. Bu buluş, 1992'den itibaren çok gizli olarak yürütülen bilimsel çalışmalarımızın bir sonucudur."

'Bilim literatüründe yeri yok'


Uğuray şöyle devam etmişti: "Bulunan sistemle ilgili ilk ürün çeşidi olarak öngördüğümüz elektrik üretecinde seri üretim aşamasına gelindi. 2007 içinde ürünler halkın kullanımına sunulacak. Sırası gelince milletimize basın vasıtasıyla ulaşacağız. Buluşumuza kimseyi inandırmak gibi bir amacımız yok. Mevcut, bugünün bilim literatüründe buluşun açıklanması için temel teşkil edecek bilgi yoktur. Bu nedenle buluşun fiziği ve matematiği Erke tarafından uygun gördüğümüz zaman bilim dünyasına hediye edilecektir. Bu yüzden konuyu tartışmaya açmıyoruz. Kimseyi inandırma gibi bir amacımız da yoktur. Hatta bu buluşa inanılmaması bizi bilhassa mutlu eder. Çünkü başarılması imkânsıza yakın bir iş olduğunun delilidir. Bu buluşun önemi düşünüldüğünde ve algılandığında yapılan açıklamaların neden bu ölçüde sınırlı olduğu anlaşılacaktır. Buluşumuz, başta Türk milleti olmak üzere tüm dünya insanlığına sunulmuş bir hizmettir."

Arka arkaya buluşçular çıktı

Erke'nin tarif ettiği buluşun hemen hemen aynısı Denizlili bir mucit tarafından da ortaya atılmıştı. Haber şöyleydi: "Dizel, benzin ya da doğalgaz gibi herhangi bir yakıta ihtiyaç duymadan, kesintisiz ve bağımsız enerji üretebilen bir makine icat edildi. İcadın sahibi Fahri Akan, buluşunun Türkiye'nin enerji, doğalgaz ve petrolde dışa bağımlılığını ortadan kaldıracağını savunuyor." Bursalı elektrik ustası Ferhat Özpınar, Erke'nin yakıt gerektirmeyen bir kuvvet makinesinin patentinin, kendisinde olduğunu öne sürmüştü.

Bilim dünyası ne demişti?


Prof. Dr. Hakan Kuntman (İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi Dekanı): Eskiden beri olan bir iddia. Hiçbir zaman kanıtlanmadı. Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Eğer böyle bir şey olabiliyorsa o zaman bizim bilgilerimiz, öğrendiklerimiz yanlış. Tabii görmek lazım. Bizim bilgilerimize göre bilimsel değeri yok.
Prof. Dr. Ömer Usta (İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi Öğretim Üyesi): Günümüzde maddenin ataletinden yararlanılarak enerjinin depolanmasına çalışılıyor. Böyle çalışmalar var. Ama maddenin ataletinden faydalanarak enerji üretildiğini bilmiyorum. Yaptıkları buluş, enerji dönüşümü prensibine uyuyor mu, onu bilmek lazım. Enerjinin sakınım yasasını mı değiştirmişler?
Prof. Dr. Celal Şengör (İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi): Hiçbir enerji kullanmadan devir daim makinesi yapmak mümkün değil. Belki başka bir kaynak kullanacaklar, bekleyip görmek lazım.

Prof. Dr. Taner Derbentli (İTÜ Makine Fakültesi Dekanı): Böyle bir şey fizik ve termodinamik yasalarına göre mümkün değil. Dışarıdan herhangi bir enerji girişi olmadan enerji üretilemez. Böyle bir model bilimsel süzgeçten geçerse bizim bilgilerimiz eksik demektir.

RADİKAL

Saturday, December 22, 2007

Bir balon daha patladı...

http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=102594,10,2


Engin Ardıç , Akşam , 23.12.2007



Kuşçubaşı bir ananın kuzusu



Bir balon daha patladı...

Sarıkamış ve Çanakkale’de verdiğimiz “yüzbinlerce şehit” balonu gibi bir şey.

Ya da isterseniz Abdülhak Hamid’in büyük bir şair, Yılmaz Güney’in büyük bir yönetmen, Yaşar Kemal’in büyük bir romancı olduğu balonu gibi bir şey diyelim.

Kuşçubaşı Eşref Bey balonu bu..

Hani, ilk gizli servisimiz Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından, kurtuluş savaşı önderlerinden falan.

Oysa ne Süleyman Askerî Bey’i tanırlar bu tatavayı yapanlar, ne İsmail Canbolat’ı, ne Bahaeddin Şakir ile Doktor Nazım’ı bilirler. Ne de doktorun ne haltlar karıştırdığını.

Süleyman Askerî Bey Irak cephesinde intihar etmeseydi onun da “sözde” birtakım girişimleri olur muydu acaba, hep sorarım kendime...

İçmeye ayran uyduramadan başka şeye atla gitmek, İran ve Afganistan’da örtülü operasyon yapmak hangi akla hizmetti, bizim neyimizeydi diye de hep sorardım kendime... İttihatçı saçmalıklarının altından Alman parası ve Wilhelm Wassmuss denilen karanlık adam çıkınca bir daha sormadım.

Eşref Bey, Çerkes Reşit Bey ve Çerkes Ethem Bey’le birlikte Batı Anadolu’da kurtuluş savaşını başlatanlardan sayılır ya, “düzenli orduya” geçilmeden önce...

Dolayısıyla da “subay olsa gerektir” diye düşünülmüş, kitaplara da öyle geçmiş.

Kimine göre yarbay, kimine sorarsan albay.

Oysa, subay falan değilmiş!

Kuleli Lisesi ve Mekteb-i Harbiye’den mezun olduğu sanılıyor ama kayıtlarda böyle bir şey yok.

Ne girişi belli, ne çıkışı, ne okul numarası, ne bir şey.

Rütbesi mütbesi de yok.

Dahası, sıkı durun, Eşref Bey, Ethem Bey ile birlikte Yunan ordusuna sığınanlardan!

Bunlar toplam 64 kişi, Çerkes Ethem ve arkadaşları...

Ethem mi? Hani şu, “Ankara’yı basacağım, Kemal’i de İsmet’i de meclisin önünde sallandıracağım” diyen adam.

Çünkü milli mücadelenin liderliği için çekişiyorlardı, yıldızları hiç barışmamıştı ve Çerkes Ethem’in Mustafa Kemal Paşa’nın yerine geçmesine de çeyrek kalmıştı...

Eşref Bey daha sonra sığındığı Midilli adasından beş yüz kişilik bir komando birliğiyle İzmir ve Muğla dolaylarına baskınlar düzenleyip Gönen ve Edremit’te de Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularıyla çarpışmayı sürdürmüş.

Atina’da, Anadolu Osmanlı İhtilal Komitesi adıyla bir örgüt de kurmuş.

Örgütün, Lausanne’da İsmet Paşa’ya, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ya suikast girişimleri var. (“Atatürk’e İzmir Suikastından Ayrı 11 Suikast” diye bir kitap duymuş muydunuz?)

İzmir suikastı suçlularından Hacı Sami Bey de, Eşref Bey’in kardeşiymiş!...

Eee, bu adam şimdi kimine göre vatan haini, kimine göre milli kahraman ha?

Serinkanlı olalım ve doksan sene öncesinin kavgaları uğruna biz de birbirimizi yemeyelim arkadaşlar...

Benim içimde şöyle bir his var: Parçalanıp dağılan Osmanlı’nın enkazından, Esat Toptani Paşa’nın Arnavut devleti, Antranik Paşa’nın Ermeni devleti, Nuri Said Paşa’nın Arap devleti çıkarmaya çalışması gibi, bu adamlar da bir “Çerkes Devleti” çıkarmaya çalışıyorlardı!

Kemal, Fevzi ve İsmet, yemediler.

Bakalım şimdi de Kürt devletini yiyecek miyiz?

Friday, December 7, 2007

Oy çokluğu ile tarih yazmak

http://www.bugun.com.tr/haberler/081207/p73147y138.asp

Gülay Göktürk , Bugün , 17.Ekim.2007

Gülay Göktürk
Tüm yazıları

17.Ekim.2007

Oy çokluğu ile tarih yazmak

Hadi gözümüz aydın! "Soykırım yapan ülke" olmaktan yine sıyırtıyoruz galiba. Ben bu yazıya otururken, internette "ABD'de flaş gelişme; Temsilciler Meclisi'nde "evet" diyen 7 üye Ermeni tasarısından desteğini çekti" diye bir "son gelişme" haberi vardı.

Ne oldu acaba? Birdenbire başlarına taş mı düştü? Şu birkaç günde geceleri harıl harıl bizim tezleri okuyup "vay be, adamlar haklı" mı dediler? Haber doğru mu, fos mu bilinmez, zaten benim de pek umursadığım söylenemez. Ama bu işin absürdlüğünü göstermesi bakımından iyi bir örnek doğrusu...

Yasalar bugün yaşayan insanların neleri yapıp neleri yapmaması gerektiğini belirlemek için çıkarılır. Geçmişte yaşayanların neleri yapıp neleri yapmadıklarını "tespit" için yasalar yapmaya kalkışırsanız; "oy çoğunluğu" ile tarih yazmaya kaklarsanız sonuç böyle olur işte. Belki de hayatlarında tek tarih kitabı okumamış yedi kişi, kim bilir hangi saiklerle o taraftan bu tarafa geçince tarih değişiverir.

Fransa'ya "silah ihalelerini keserim haa," diye bir posta atınca, Fransa nezdinde pir-ü pak olur, yarın öbür gün aranız bozulunca yine "soykırımcı" yaftasını yersiniz. ABD'de Demokratlar iktidara gelince soykırımcı olur, Cumhuriyetçiler gelince aklanırsınız. Bırakın, iktidarları, tek bir kişininmesela Pelosi'ninseçim galibiyeti ya da mağlubiyeti bile Amerikan çocuklarının okul kitaplarında belleyecekleri "tarihi gerçekleri" anında değiştirebilir. Çünkü tarih, aslında galiplerin ağzından her gün yeniden yazılan bir geçmiş hikayesidir. Galipler değiştikçe, tarih de değişir. Politik toplumun o günkü ihtiyaçları açısından geçmişte olup bitenler yeniden gündeme getirilir. Neyin ne zaman gündeme geleceğini; neyin vurgulanıp neyin unutulacağını; bugünkü bilinç, bugünkü ihtiyaçlar - ve en önemlisi- bugünkü güçler dengesi belirler.

O yüzden, insanlık şimdiye kadar Nazilerin Auswich'te kaç kişiyi öldürdüğünü de, Çernobil'de kaç kişinin öldüğünü de, 1915'te bizim burada kaç Ermeni'nin öldüğünü ve öldürüldüğünü de bir türlü "tespit" edemedi gitti.

Savaşın hemen bitiminde yazılan Sovyet Raporu'nda Auschwitz'de 4 milyon kişinin öldüğü yazar. Ama 1994 yılında Auschwitz'in bulunduğu yerdeki plaket değiştirilir ve 4 milyon rakamı 1 milyona indirilir. Siyonist Tarihçi Poliakov'a göre sayı 2 milyondur. Yine siyonist tarihçi Raoul Hilbert 1 milyon 250 bin kişi diye iddia eder... Sonra bir gün Auschwitz Resmi Müzesi de 4 milyon iddiasından vazgeçer ve resmi ölüm sayısını sessiz sedasız 1 milyona indiriverir.

Aynı şekilde, eğer Sovyet politikacısı Usatenko'nun söylediklerine inanacak olursanız, Çernobil'deki patlamada 60 bin kişi öldüğüne inanırsınız. Zamanın Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Ajansı'nın verdiği ani ölüm rakamı ise sadece 31'dir. Gelecek nesillerin hangi rakama inanacağını da "gerçeğin peşinde koşan tarihçiler" değil, nükleer enerji taraftarları ile karşıtları arasındaki savaşın sonucu belirleyeceği besbellidir. Eğer bundan yirmi-otuz yıl sonra, nükleer enerji karşıtı bir görüş dünyaya tümüyle egemen olursa, Çernobil'in patladığı yere dikilen anıtta "Bu santraldeki patlamada 60 bin kişi öldü" plaketi bulunacak ve herkes buna inanacak. Tersi olursa çocuklar okul kitaplarında Atom Enerjisi Ajansı'nın rakamını ezberleyecek.

Peki orada geçmişin yıkıntıları altında keşfedilmeyi bekleyen "saf gerçek"ler ne olacak? Onlara ulaşma şansımız hiç yok mu?

Korkarım ki hayır! "Gerçekte" ne olduğunu, unutulmuş rüyalarımız gibi hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Aslında asıl yanılgı, gerçeği tarihin tozlu sayfaları arasında aramaya çalışmak belki de... Çünkü gerçek tarihin içinde değil, tek tek bizlerin içinde, toplumların içinde gizli. Bugün, geçmişi içerir. Geçmiş, bugünde mündemiçtir. Geçmişte bir şeyler olmuştur ve o bir şeyler bugüne şekil vermiştir. Geçmişte ne olduğunu anlamak istiyorsak; duygularımızla, düşüncelerimizle, yaşama biçimimizle, ekonomimiz, teknolojimiz ve kültürümüzle tarihin ürünü olan bugünkü "biz"e bakmamız yeter. Osmanlı'nın çok uluslu zenginliği, fütühatçılığı ve feodalizmi; Kurtuluş Savaşı'nın anti-emperyalizmi, jakobenliği ve modernliği; İslam'ın kaderciliği, hoşgörüsü ve hoşgörüsüzlüğü, hepsi bugünkü "biz"de gizlidir. O zaman tartıştığımız nedir?

Biz bugün geçmişi değil, bugünün politik ihtiyaçlarına cevap verecek bir hikayeyi tartışıyoruz. Kavga düne değil bugüne ilişkindir. Problem, farklı hikayeler anlatılmasında değil, bugün farklı yerlerde durulmasındadır.

Çeteler rejimi

http://www.bugun.com.tr/haberler/071207/p79837y138.asp



Gülay Göktürk , Bugün , 07.Aralık.2007

Gülay Göktürk
Tüm yazıları

07.Aralık.2007

“Çeteler rejimi”

Rejim tartışmalarına pek meraklı olan Türkiye'miz hayali şeriat tartışmalarını bir yana bırakıp bir parça da gözünün önünde sürmekte olan şu çeteler rejimini konuşsa iyi olacak.

Her şey şöyle böyle, az buçuk da olsa değişiyor Türkiye'de. Toplum değişiyor, siyasi güçler dengesi değişiyor, ekonomik durum değişiyor, hatta ordu değişiyor...

Ama çeteler hiç değişmiyor. Onlar, onları ilk keşfettiğimiz zamandan bu yana, aynı yöntemlerle, aynı şekilde cinayetler işliyor ve işletiyor; toplumu en hassas noktalarından vurarak provoke etme faaliyetlerini aynen sürdürüyorlar.

Hani neredeyse, şu anda yürürlükte olan rejimin en istikrarlı unsurunu oluşturuyorlar. Ve biraz daha ilgisiz kalırsak, rejimimizin temel karakteristiğini de oluşturacaklar: "Türkiye'de hakim olan rejim nedir?" dediklerinde, ne laiklik, ne şeriat; ne demokrasi ne otokrasi, "Çeteler Rejimi" demek zorunda kalacağız.

Malatya'daki misyoner Cinayeti Davası'nda ortaya çıkan duruma bir bakın! Ama lütfen dikkatle ve yakından bakın! Çünkü sizler dikkatle bakmazsanız, baktığınızda gördüklerinize isyan etmezseniz, ne savcıların, ne ilgili bakanların ne de hükümetin bir şey yapacağı yok.

Davanın iddianamesi zaten bir garipti. Savcı sanıkları bir yana bırakmış mağdurların faaliyetlerinin peşine düşmüştü.

Şimdi dava başladıktan sonra ortaya dökülen bilgi ve belgeler daha da tüyler ürpertici. Dava sanıklarından biri cinayetten bir yıl kadar önce bir bıçaklama davasından yakalanıyor ama serbest bırakılıyor. Sanıkların cinayet öncesinde tam 106 adet cep telefonu kullandıkları anlaşılıyor. Bu telefon görüşmelerinden bazılarının kimi savcılarla ve Özel harekâtta görevli bazı kişilerle yapıldığı tespit ediliyor. Bununla da bitmiyor: Davanın baş sanığının hastanedeki odasına yerleştirilen kamera kayıtlarının en kritik günlere ait bölümü siliniyor. Her ne kadar Malatya Emniyet Müdürü bu silinme işlemini yalanlıyorsa da, resmi yazışmalar kayıtların silindiğini inkâr edilmesi imkansız bir şekilde ortaya koyuyor. Yani?

Malatya Emniyeti'nde birileri yalan söylüyor. Birileri baş sanık komadan çıktıktan sonra, odasına kimlerin girdiğini ve neler konuştuğunu gizlemeye çalışıyor.

Böylece misyoner Katliamı'nın, hani o gazetelere " Misyonerlik faaliyetini hazmedemeyen bazı kişilerin ağır tahrik sonucu işledikleri spontan bir cinayet" olarak lanse edilen cinayetin altından, Emniyet'ten, Yargı'dan, Özel Harekât'tan kişilerin de işin içinde olduğu girift bir çete çıkıyor.

Bütün bunlar Hrant Cinayeti soruşturmasında da böyle olmuştu. O dava da derinleştikçe aynı kirli ilişkiler ortaya saçılmıştı. Emniyet Teşkilatı'nı ve Jandarma'yı yine sanıklarla iç içe görmüş; devlet içindeki çetelerin canilerle her adımda nasıl kucak kucağa olduğunu; nasıl yönlendiricilik yaptığını, Hrant'ın nasıl hain bir planla, bile isteye ölüme gönderildiğini görerek ürpermiştik. İşte şimdi aynı tablo bir kez daha, Süryani rahip Daniel Savcı'nın kaçırılması olayında da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Kaçıranların eski itirafçı oldukları, bölgede tetikçi olarak bilindikleri ortaya çıkıyor ve basit bir fidye olayı olarak lanse edilmeye çalışılan olayın ardından yine JİTEM'in silueti belirmeye başlıyor.

Ve bu tablo, her karanlık cinayette aynı şekilde tekrarlanıyor. Peki hâlâ köklü bir şeyler yapamayacak mıyız rejimimizi çeteleşmekten kurtarmak için?

Demokrasimiz "Özel Harekât", "Jİ- TEM" gibi hayalet örgütlerin sabotajlarına daha ne kadar dayanacak? Hükümet, Emniyet Teşkilatı'nı ele geçirip emniyetimizi yok eden; Yargı'ya dal budak salıp onu yargı görevini yapamaz hale getiren bu çeteleri daha ne kadar seyredecek? Bir bildiği mi var? Bir şeyden mi korkuyor? Baş edemeyeceğini mi düşünüyor? Korktuğu şeyle baş edebilmek için bizden güç almayı denesin, bunun için de bildiklerini bizimle paylaşsın. Şeffaflık, açık toplum gibi laflar süs değildir. Tam da böyle zamanlarda lazımdır.

Monday, November 26, 2007

Güvenim kalmadı ki

http://www.sabah.com.tr/2007/10/10/haber,E0310F980D3344109E58D4A567D61439.html

Emre Aköz , Sabah , 10.10.2007

Güvenim kalmadı ki

Bazı okurlarımız mesaj gönderdi: " Şehitler hakkında niye yazmadınız? " Ne yazayım?
Artık dudaklarımızın arasından ya da kalemlerimizin ucundan dökülecek her cümle bir klişeye dönüşmüş durumda.
Klişe yani " kalıp söz ". Defalarca tekrarlanmış ibareleri, bir kez daha seslendirmekten başka ne yapıyoruz?
Belli başlı gazetelerin dünkü başlıklarını hatırlayalım: " Yüreğimiz yandı ...
Türkiye'ye ateş düştü ... 70 milyon evlatlarına ağlıyor... Kalbimizdeki kahramanlar ... Durdurun artık bu gözyaşlarını ... Sözün bittiği nokta ... Son fotoğraf ..."
Bunların istisnasız hepsini daha önce de söylemedik mi? " Şehitlerin kanı yerde kalmayacak " ya da " Teröristler döktükleri kanda boğulacaklar " demedik mi?
Peki sonra ne oldu?
Askerlerin kanı yerde kaldı mı? Kaldı ! Polislerin, korucuların, köylülerin, kentlilerin, memurun, esnafın, kadınların, erkeklerin, büyüklerin, küçüklerin hatta bebeklerin kanı yerde kaldı mı? Kaldı !
Yaşları 20 civarındaki gençler infial halinde. " Hemen sınır ötesi operasyon yapılsın, örgüte günü gösterilsin " diyorlar.
Yapıldı, 1990'ların ortasında defalarca yapıldı. Tanklarla, uçak ve helikopterlerle girildi. Günlerce Kuzey Irak'ta kaldı ordu. Üç-beş terörist öldürüp döndü.
Üstelik bunlar yapıldığında orada ne ABD vardı, ne de onun desteğinde bir Kürt devleti kuruluyordu.
" Birlik ve beraberliğimizi futbolcular maça çıkarken siyah bantlar takarak göstersin " diyor başka gençler.
Bugün her lig maçı öncesi, dünyada benzeri olmayan bir uygulamayla, niye İstiklal Marşı okunuyor sanıyorsunuz? Çünkü benzeri öneriler daha önce de yapıldı ve uygulandı.
" PKK'nın uzantısı DTP, Meclis'ten atılsın " diyor bazıları... O da yapıldı arkadaşlar, o da yapıldı. 1994'te dokunulmazlıkları kaldırılan DEP milletvekilleri yaka paça gözaltına alındı; yıllarca hapis yattılar.
Bugün sizin " ilginç fikir ", " etkili önlem ", " anlamlı tepki " sandığınız şeylerin hiçbiri yeni değil. Dedim ya: Hepsi klişe; hepsi söylendi, hepsi denendi.

Tarihsel geçmişi var bu sorunun: 19'uncu yüzyıla uzanıyor. 1923'te Cumhuriyet kurulduktan sonra da bitmiyor. Defalarca yazdım: Atatürk döneminde irili ufaklı 16 isyan saymış konuyu inceleyenler.
En sakin dönem 1950-60 arası. Sonra yavaş yavaş tekrar başlıyor.
1970'lerdeki mayalanmadan sonra 1984'te patlıyor. Bugüne kadar, yani 23 yıldır da sürüyor.
Dile kolay: 23 yıl önce Güneydoğu'dan sağ salim dönenler, bugün oğullarını gönderiyor savaştıkları bölgeye ve her gün " Acı haber gelmesin " diye dua ediyorlar.
Hükümetler geliyor gidiyor, Genelkurmay Başkanları geliyor gidiyor, hatta arada Apo yakalanıp cezaevine konuluyor ama sorun devam ediyor.
" Apo'yu asmayacağız, ondan yararlanacağız " dediler. Değişen bir şey olmadı. Hatta sorun, ABD faktörü yüzünden daha da karmaşık hale geldi.
Velhasıl arkadaşlar, benim bu işin biteceğine dair inancım, güvenim, umudum filan kalmadı.
Bu şartlarda ne yazayım?