Ahmet Dinç - Aksiyon , Sayı: 379 - 09.03.2002
nönü’nün damarlarında gezınmek Ketum bir yapısı olan İnönüler’in dünyasını sarmalayan surlarda, Milli Şef’in “günlüğünün” yayınlanmasıyla büyük bir gedik açıldı. Tam günlük demenin zor olduğu notlar 1919’dan 1973’e kadar tutulmuş. Neler yok ki. Kurtuluş Savaşı manzaralarından, Halide Edip’in cephede çevirdiği oyunlara, Mevhibe Hanım’ın doğum sancılarından, Atatürk’le olan kavgalarına kadar bir devletin tarihi | |
Yaşadığı dönemin genel—geçer diktatör lider tipini temsilen “çevresinde” oldukça fazla denecek kadar isim oldu hep. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, SSCB’de Stalin, sonraları bilumum Sovyet diktatörleri, Francolar, Enver Hocalar, Pehleviler... Özellikle, adını verdiği 1938—50 arasındaki Milli Şef döneminde, yukardaki isimlerin en ünlü ve en gaddar ilk üçüne özenmediğini söylemek, tarihe haksızlık etmiş olmaktan öte, tarihi doğru doneleriyle öğrenememe ve İnönücü kadroların öteden beri varolan çarpıtıcı propagandalarına râm olma halinin devamına sebep olacak.
İsmet İnönü’nün, çağdaşı olan meslektaşlarına benzeme konusunda özenti derecesindeki titizliğini, daha geniş ve derin bir yazı malzemesi yapmaya niyetlenen araştırmacılara bırakıp, son zamanlarda İnönüler hakkında en “içerden” yazılmış bir kitaba dikkat çekmek istiyoruz. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Defterler 1919—1973’ bizzat İsmet İnönü’nün günlük ve notlarından oluştuğu için, İnönüler’i daha yakından tanımak açısından bulunmaz bir imkân. Bayan İnönü’nün hayatını merkeze alan ‘Mevhibe’de bile bazı çetrefilli konularda süzgeç araçlarına başvurulmuş olduğu dikkat çekiyordu. Fakat Ahmet Demirel’in editörlüğünü yaptığı iki ciltlik Defterler’i okurken, adeta İnönü’nün can damarlarında, beyin kıvrımlarında dolaştığınızı hissetmeniz hiç şaşırtıcı olmaz. Onun sevinçlerini, acılarını, hüzünlerini, siyasi çekişmelerini, dost ve düşman bellediklerini, kısacası en yakınlarına bile söyleyemeyeceklerini satır satır okumak mümkün. Bu çok önemli ve alışılmadık bir durum. Çünkü, mesela Atatürk’ün hayatı sevgililerine, sofralarına kadar bilinirken, İnönü’nün nasıl yaşadığı, ne yiyip içtiği, hobilerinin veya fobilerinin neler olduğu konusunda, uç kanaatler dışında pek fazla objektif bilgi yoktu ortalıkta. İnönüler’in konumlarıyla tezat teşkil edecek şekilde, dışarıya karşı ketum bir görüntüleri olmuştur genellikle. Bu durum belki Mevhibe Hanım’ın kişilik veya tercihiyle, belki de İnönü’nün, terbiyesini aldığı Osmanlı’nın klasik âdâb—ı muâşeretini sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir. Fakat bununla birlikte, çok az kaynakta geçen Ankara sosyetesi oluşturmaya çabalandığı 40’lı yıllarda violonsel dersleri, yabancı müzik, balo gibi yönelmelerle bu çizginin dışına çıktığı da biliniyor.
Defterler İnönü’nün hangi tarihte, hangi öğünde ne yediğinden, ne zaman başının ağrıdığına, çocuklarının doğumunda eşinin nasıl sancılar çektiğinden, çocuklarının okula başladığı ilk güne ve oğlunun düğününde kız tarafına kaç paraya neler alındığına, evin günlük iaşesinin tutarından, yeni geçilen Latin harf denemelerine, güncel siyasi olaylardan, memleket meselelerine nasıl baktığına, siyasi rakipleri hakkında neler düşündüğüne kadar çok geniş bir yelpazede tuttuğu kısa notlardan oluşuyor. Bir devleti başbakan ve cumhurbaşkanı olarak yıllarca yönetmiş birinin, bıkmadan, tarz değiştirmeden 1919’dan 1973’e kadar kısa notlar tutmuş olması ilginç çağrışımlara sebep oluyor açıkçası.
Kişisel disiplini had safhada (asker kökenli olmasını hatırlatalım) olan biriyle karşı karşıyayız öncelikle. Bugünün siyasi liderleri bir yana, küçük bir oda başkanının bile hayatı artık kendinin olmaktan çıkıp, asistanların, özel kalem müdürlerinin kontrolüne giriyor. İnönü’nün kendi hayatını kontrol etme konusunda sonuna kadar direndiği anlaşılıyor. Nerdeyse bütün devlet işleriyle, hükümet icraatıyla, alışverişlerle, yabancılarla ve önemli kişilerle görüşme sonuçlarının kaydedilmesiyle bizzat kendisinin ilgilenmiş olması, İsmet Paşa’nın, var olduğu bilinen ve ona dair ilginç anıların anlatıldığı septik kişiliğinin sonucu olsa gerek. Notların genellikle çok kısa ve hatırlatıcı birkaç cümleden olması da, bunların ileriki kuşaklara bir mesaj bırakma ya da anı yazma maksadından çok, kendi kendisinin sekreterliğini yaptığını apaçık gösteriyor.
Not defterlerinin 1920, 21, 26, 31, 32, 33, 34, 38 ve 64 yıllarına ilişkin kısmı ‘Defterler’de yok. Atatürk’le aralarının fena halde bozuk olduğu, hatta ikisi arasında var olan ilişkinin boyutu anlatılırken “ölüm, öldürme, öldürtme” gibi ifadelerin geçtiği, Atatürk’ün son yılına, 1938’e ilişkin notların ortalıkta olmaması manalı bir vaziyet mi, yoksa tarihsel muammayı ortaya çıkarma fırsatı yakalamış bir araştırmacı/kitap için talihsizlik mi bilinmez.
İsmet Bey’in Milli Mücadele saflarına katılmakta epey isteksiz davranıp İstanbul’da geçirdiği günlerini bilardo ve satranç oynamayıp, aile ziyaretleri yapmakla, hastalıklarla doldurduğunu görüyoruz. Mustafa Kemal’in, ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya Padişah tarafından gönderildiğini de (3 Mayıs 1919 tarihli not) öğreniyoruz (bakalım, onun Padişah’tan gizlice, ona rağmen ve tehlike altında gittiğini iddia eden birtakım bağnazlar buna ne diyecek). Bu arada, Ata’nın Samsun’a çıkıp binbir sıkıntı içinde kongreleri yapmaya başladığı günlerde, İsmet Bey’in İstanbul’da İngilizce dersleri alıp (26 Mayıs), kitap okuduğunu ve ‘Cenyo Birahanesi’nde arkadaşlarıyla iki kadeh içtiğini’ (9 Temmuz) anlıyoruz. İnönü’nün hayatında önemli dönüm noktasını oluşturan 1920 ve 1921 yıllarına ait notlar yok; bu dönemde İsmet Bey, İstanbul’da kalmakta bir müddet direnmiş, hatta bazı kaynaklara göre istiklal mücadelesi yerine mandacılığı savunmuş (bu mandacılık konusu 13 Ağustos 1924 tarihli, üstünü çizdiği notunda da ‘Amerika mandası’ ifadesiyle geçiyor), sonra gönülsüz de olsa savaşa katılmış, bu dönemde Çerkes Ethem’le aralarında önemli çatışmalar geçmiş, kendisine soyadını veren İnönü muharebelerini “yönetmişti”.
Bu arada 13 Ağustos 1922 pazar gününe ait notta İnönü ilginç bir ifade kullanmış: “Fevzi Paşa geldi. Halide Hanım kumandanları birbirine düşürüyormuş”. Savaş günlerinde cephede bulunduğunu bildiğimiz Halide Edip Adıvar, neden paşaları birbirine düşürsün ki! Bunun cevabını kısmen de olsa 22 Ağustos tarihli notta buluyoruz: “Bu gece Kemalettin Bey, Halide Hanım’la Salih Bey hakkında Recep Bey’le Doktor Refik Bey’in anlattıkları. Başkumandan’a aleyhte tertibat aldıran muhaveratı (konuşmayı) nakletmişler.”
Başkumandanlık Meydan Muharebesi ve izleyen günleri İnönü’nün kısacık yazdıklarından bile takip ederken heyecanlanmamak mümkün değil. Yunan’ın çekilirken önüne gelen her yeri Alaşehir, Turgutlu, Salihli, Bornova, İzmir.. yaktığını görüyoruz.
Cepheden gelip Lozan’a giden İsmet Paşa’nın, görüşmeler sırasında heyette bulunan Rıza Nur’la fikir ayrılığına düştüğünü, 4 Aralık 1922 notundan anlıyoruz. Notta, “Rıza Nur gönderilecek” diyor. Rıza Nur, sonraları Lozan hatıralarını yazıp, Türkiye’nin ve davanın orada İsmet Paşa tarafından satıldığını iddia edecekti.
Başbakan İnönü 1928 yılının nerdeyse tamamını, Latin harflerini ve yazım biçimlerini öğrenmekle geçirmiş. Harf ve kelime alıştırmalarını not defterlerine de kaydetmiş.
Notlarda, birkaç ay yaşayabilen Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ‘kotarılıp’ diktatöryal bir rejim görüntüsünden kurtulma çabalarına da rastlıyoruz. 20 Nisan 1930 tarihli notta, “Akşam Gazi ile Marmara’da. Yeni intihap. Muhalif fırka intihabı. Fethi Bey’in muhalefet riyasetini görüştük” diyor İnönü.
Notlarda 1935’ten itibaren yerinden alınacak veya bazı görevlere atanacak isimler geçmeye başlıyor. Bu nokta önemli gibi. Zira, İnönü’nün devlet kadrolarına kendine yakın isimleri getirmek istediği belli oluyor. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük payın kendisine ait olduğuna başından beri inandığı anlaşılan İnönü, kendisi için yazılan bir dörtlüğü 1 Ocak 1923’te, üstelik Lozan görüşmelerinin sürdüğü sırada defterine almış. Dörtlük şöyle: İsmet Paşa’ya/Hûnı İsmet neşr iderkenseyf—i satfetle çekin/Askerin serdâr—ı âlî—şânı sendin çok yaşa/Azm—i kahhârınla hasmın oldu pâmâl—i celâl/Galibiyet bak bugün ardındadır İsmet Paşa... Dörtlükteki fikre katılıyor olmalı ki, İsmet Paşa bunu 1923 günlüğünün ilk sayfasına koymuş. Bu fikirdeki birinin gerek siyasi rakipleri, gerekse Atatürk’e karşı kadrolaşması kaçınılmaz. Görünen o ki Atatürk’le sürtüşmeye başlamalarının temel sebeplerinden biri İnönü’nün kadrolaşmaya gitmedeki ısrarı. Notların 18 Eylül 1937 olanından, Atatürk ile aralarında ihtilafa yol açan gelişmenin, Nyon anlaşması için giden Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras’a, kendisi haricinde Atatürk’ün de talimat vermeye başlaması ve ardından başlayan tartışma olduğu anlaşılıyor. Bu, asıl sebep olmak yerine bardağı taşıran damla olarak görülmeli.
Atatürk’le ünlü kavgalarını ve ‘çekilme’ olayını, 18 Eylül 1937 tarihli notta detaya girmeden, “Akşam, Gazi, istasyondan hareket, çekilme kararı” şeklinde geçiştirmiş. Atatürk ölüp, İnönü cumhurbaşkanı olduktan sonra, ‘Şubat 1939’ ibaresiyle yazdığı günlükte, ilişkilerini ve kavgalarını, Atatürk’e bakışını, kendi yandaşlarının vaziyetini bir yerde özetliyordu: “Son seneler hükümet azasının ayrı kendisine çok bağlı olmasını düşünüyordu. Bunun için iptidai usuller kullanmak istedi. Hülasa Eylül 1937 kavgası oldu. Bu kavgada haksızlık esasında Atatürk’ündü... (Başbakanlıktan ayrılma kararını) gizli tutalım derken, kendisi gece gündüz benden şikayet etti. Devletin maliyesini banka gibi bir hale getirmek huyumdan bahsetti... Bütün dikkatim yeni tertibin muvaffakiyetsiz ve antipatik olması ihtimaline mahal vermemek için dostlarıma hep sükun ve yardım tavsiye ettim. İlk anda Atatürk’e benim çekilmemin halkça iyi telakki olunduğu raporunu vermişler. Atatürk hakikatin tam zıddı olduğunu hadisat ile öğrendikçe çok şaşkın oldu... Stadyumda, konserde, sokakta bana tezahürat devam etti. Bir yere çıkamaz oldum. Stadyum tezahürü hakiki bir hadise oldu. Hayatım fazla gelmeye başladı... İstanbul’a geldiğimi istemiyordu. Temasa gelmekten katiyen çekiniyordu. Çok iyi muamele ediyordu. Hatırımı almağa çalışıyordu. Arada bir derin bir mahcubiyet ve muhabbet nöbetine uğruyordu. Fakat benden çekiniyordu.”
Burada önemli bir hususu es geçmemekte fayda var. Tarihimizin kara lekesi Varlık Vergisi’nin konulduğu 1942’ye ait notların, yayına hazırlayanlar tarafından kitaba konulmadığı iddia ediliyor. Çünkü konuya ilişkin İnönü’nün notlarında, azınlıklara karşı oldukça sert ifadeler varmış.
Milli Şef dönemini sona erdiren 1950 seçimlerini adeta bir hezimetle kaybeden İnönü’nün, o yılın son gününde günlüğüne düştüğü kısacık not, o kadar çok şey anlatıyor ki: “Üzüntüyü bırak, yaşamaya bak. Yazan Dale Carnegie. İstanbul Ahmet Halit Kitabevi”.
Notlarda Bülent Ecevit adı ilk kez 1958’in 5 Ağustosunda geçiyor: “17. deniz. 6 dakika. Ekrem Amaç, Bülent Ecevit, Artunkal”.
Tarihimizin elem veren olaylarından olan Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamına giden yolun açılışı, darbenin kokusu İnönü’nün günlüklerine sinmiş durumda. Notlarda 1958 Ağustosundan itibaren bazı asker isimleri ve ilginç ifadeler geçmeye başlıyor. Mesela 31 Ağustos’ta İnönü, “Güzide ordular” ibaresini koymuş. Keza hemen ardından 6 Eylül’de Menderes’in, Irak ihtilaline işareten, “İdam sehepalarında can verenlerden ders alsalar ya” sözüne, bir gün sonra İnönü, “Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez” şeklinde cevap veriyordu.
Bazılarının demokratik ihtilal(!) olarak gördüğü 27 Mayıs darbesine yaklaştıkça, İnönü’nün notlarında albay, general, orgeneral sıfatlarıyla anılan isimlerin ilginç bir biçimde çoğalmaya başladığı farkediliyor. Mesela 31 Temmuz 1959’da emekli general Sadık, 10 Ağustos’ta Tümgeneral Kamil Arkut, 1960’ın 19 Martında Org. Abdülkadir Sevük gibi isimleri not etmiş. 21 Mayıs’ta, “Harbiye’nin büyük hareketi” notu düşülmüş. 27 Mayıs’taki darbe gününde, “İnkılap. Milli Birlik Komitesi ilanı. P. Yarbay Tevfik Ünlüer” notu var. İhtilali izleyen günlere dair notlarda, yarbaydan generale kadar birçok askerin ismi bulunuyor.
İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’te 89 yaşında vefat etmeden önce, deftere yazdığı son cümleler şunlar: Kilo 58.500. Kahve altıda kusma. Yemeği yarım bıraktım. Akşama doğru Zafer Bey geldi. Mide rahatsızlığı. Senato’ya gitmedim. İstirahat. Çok hafif yemek”.
İstiklal mücadelesinden kuruluş çalışmalarına, mekanizmalarının oluşturulmasından iktidar çekişmelerine kadar bir rejimin canlı tarihini ilk elden öğrenmek için İnönü’nün defterleri bulunmaz bir fırsat. AHMET DİNÇ
Yaşadığı dönemin genel—geçer diktatör lider tipini temsilen “çevresinde” oldukça fazla denecek kadar isim oldu hep. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, SSCB’de Stalin, sonraları bilumum Sovyet diktatörleri, Francolar, Enver Hocalar, Pehleviler... Özellikle, adını verdiği 1938—50 arasındaki Milli Şef döneminde, yukardaki isimlerin en ünlü ve en gaddar ilk üçüne özenmediğini söylemek, tarihe haksızlık etmiş olmaktan öte, tarihi doğru doneleriyle öğrenememe ve İnönücü kadroların öteden beri varolan çarpıtıcı propagandalarına râm olma halinin devamına sebep olacak.
İsmet İnönü’nün, çağdaşı olan meslektaşlarına benzeme konusunda özenti derecesindeki titizliğini, daha geniş ve derin bir yazı malzemesi yapmaya niyetlenen araştırmacılara bırakıp, son zamanlarda İnönüler hakkında en “içerden” yazılmış bir kitaba dikkat çekmek istiyoruz. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Defterler 1919—1973’ bizzat İsmet İnönü’nün günlük ve notlarından oluştuğu için, İnönüler’i daha yakından tanımak açısından bulunmaz bir imkân. Bayan İnönü’nün hayatını merkeze alan ‘Mevhibe’de bile bazı çetrefilli konularda süzgeç araçlarına başvurulmuş olduğu dikkat çekiyordu. Fakat Ahmet Demirel’in editörlüğünü yaptığı iki ciltlik Defterler’i okurken, adeta İnönü’nün can damarlarında, beyin kıvrımlarında dolaştığınızı hissetmeniz hiç şaşırtıcı olmaz. Onun sevinçlerini, acılarını, hüzünlerini, siyasi çekişmelerini, dost ve düşman bellediklerini, kısacası en yakınlarına bile söyleyemeyeceklerini satır satır okumak mümkün. Bu çok önemli ve alışılmadık bir durum. Çünkü, mesela Atatürk’ün hayatı sevgililerine, sofralarına kadar bilinirken, İnönü’nün nasıl yaşadığı, ne yiyip içtiği, hobilerinin veya fobilerinin neler olduğu konusunda, uç kanaatler dışında pek fazla objektif bilgi yoktu ortalıkta. İnönüler’in konumlarıyla tezat teşkil edecek şekilde, dışarıya karşı ketum bir görüntüleri olmuştur genellikle. Bu durum belki Mevhibe Hanım’ın kişilik veya tercihiyle, belki de İnönü’nün, terbiyesini aldığı Osmanlı’nın klasik âdâb—ı muâşeretini sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir. Fakat bununla birlikte, çok az kaynakta geçen Ankara sosyetesi oluşturmaya çabalandığı 40’lı yıllarda violonsel dersleri, yabancı müzik, balo gibi yönelmelerle bu çizginin dışına çıktığı da biliniyor.
Defterler İnönü’nün hangi tarihte, hangi öğünde ne yediğinden, ne zaman başının ağrıdığına, çocuklarının doğumunda eşinin nasıl sancılar çektiğinden, çocuklarının okula başladığı ilk güne ve oğlunun düğününde kız tarafına kaç paraya neler alındığına, evin günlük iaşesinin tutarından, yeni geçilen Latin harf denemelerine, güncel siyasi olaylardan, memleket meselelerine nasıl baktığına, siyasi rakipleri hakkında neler düşündüğüne kadar çok geniş bir yelpazede tuttuğu kısa notlardan oluşuyor. Bir devleti başbakan ve cumhurbaşkanı olarak yıllarca yönetmiş birinin, bıkmadan, tarz değiştirmeden 1919’dan 1973’e kadar kısa notlar tutmuş olması ilginç çağrışımlara sebep oluyor açıkçası.
Kişisel disiplini had safhada (asker kökenli olmasını hatırlatalım) olan biriyle karşı karşıyayız öncelikle. Bugünün siyasi liderleri bir yana, küçük bir oda başkanının bile hayatı artık kendinin olmaktan çıkıp, asistanların, özel kalem müdürlerinin kontrolüne giriyor. İnönü’nün kendi hayatını kontrol etme konusunda sonuna kadar direndiği anlaşılıyor. Nerdeyse bütün devlet işleriyle, hükümet icraatıyla, alışverişlerle, yabancılarla ve önemli kişilerle görüşme sonuçlarının kaydedilmesiyle bizzat kendisinin ilgilenmiş olması, İsmet Paşa’nın, var olduğu bilinen ve ona dair ilginç anıların anlatıldığı septik kişiliğinin sonucu olsa gerek. Notların genellikle çok kısa ve hatırlatıcı birkaç cümleden olması da, bunların ileriki kuşaklara bir mesaj bırakma ya da anı yazma maksadından çok, kendi kendisinin sekreterliğini yaptığını apaçık gösteriyor.
Not defterlerinin 1920, 21, 26, 31, 32, 33, 34, 38 ve 64 yıllarına ilişkin kısmı ‘Defterler’de yok. Atatürk’le aralarının fena halde bozuk olduğu, hatta ikisi arasında var olan ilişkinin boyutu anlatılırken “ölüm, öldürme, öldürtme” gibi ifadelerin geçtiği, Atatürk’ün son yılına, 1938’e ilişkin notların ortalıkta olmaması manalı bir vaziyet mi, yoksa tarihsel muammayı ortaya çıkarma fırsatı yakalamış bir araştırmacı/kitap için talihsizlik mi bilinmez.
İsmet Bey’in Milli Mücadele saflarına katılmakta epey isteksiz davranıp İstanbul’da geçirdiği günlerini bilardo ve satranç oynamayıp, aile ziyaretleri yapmakla, hastalıklarla doldurduğunu görüyoruz. Mustafa Kemal’in, ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya Padişah tarafından gönderildiğini de (3 Mayıs 1919 tarihli not) öğreniyoruz (bakalım, onun Padişah’tan gizlice, ona rağmen ve tehlike altında gittiğini iddia eden birtakım bağnazlar buna ne diyecek). Bu arada, Ata’nın Samsun’a çıkıp binbir sıkıntı içinde kongreleri yapmaya başladığı günlerde, İsmet Bey’in İstanbul’da İngilizce dersleri alıp (26 Mayıs), kitap okuduğunu ve ‘Cenyo Birahanesi’nde arkadaşlarıyla iki kadeh içtiğini’ (9 Temmuz) anlıyoruz. İnönü’nün hayatında önemli dönüm noktasını oluşturan 1920 ve 1921 yıllarına ait notlar yok; bu dönemde İsmet Bey, İstanbul’da kalmakta bir müddet direnmiş, hatta bazı kaynaklara göre istiklal mücadelesi yerine mandacılığı savunmuş (bu mandacılık konusu 13 Ağustos 1924 tarihli, üstünü çizdiği notunda da ‘Amerika mandası’ ifadesiyle geçiyor), sonra gönülsüz de olsa savaşa katılmış, bu dönemde Çerkes Ethem’le aralarında önemli çatışmalar geçmiş, kendisine soyadını veren İnönü muharebelerini “yönetmişti”.
Bu arada 13 Ağustos 1922 pazar gününe ait notta İnönü ilginç bir ifade kullanmış: “Fevzi Paşa geldi. Halide Hanım kumandanları birbirine düşürüyormuş”. Savaş günlerinde cephede bulunduğunu bildiğimiz Halide Edip Adıvar, neden paşaları birbirine düşürsün ki! Bunun cevabını kısmen de olsa 22 Ağustos tarihli notta buluyoruz: “Bu gece Kemalettin Bey, Halide Hanım’la Salih Bey hakkında Recep Bey’le Doktor Refik Bey’in anlattıkları. Başkumandan’a aleyhte tertibat aldıran muhaveratı (konuşmayı) nakletmişler.”
Başkumandanlık Meydan Muharebesi ve izleyen günleri İnönü’nün kısacık yazdıklarından bile takip ederken heyecanlanmamak mümkün değil. Yunan’ın çekilirken önüne gelen her yeri Alaşehir, Turgutlu, Salihli, Bornova, İzmir.. yaktığını görüyoruz.
Cepheden gelip Lozan’a giden İsmet Paşa’nın, görüşmeler sırasında heyette bulunan Rıza Nur’la fikir ayrılığına düştüğünü, 4 Aralık 1922 notundan anlıyoruz. Notta, “Rıza Nur gönderilecek” diyor. Rıza Nur, sonraları Lozan hatıralarını yazıp, Türkiye’nin ve davanın orada İsmet Paşa tarafından satıldığını iddia edecekti.
Başbakan İnönü 1928 yılının nerdeyse tamamını, Latin harflerini ve yazım biçimlerini öğrenmekle geçirmiş. Harf ve kelime alıştırmalarını not defterlerine de kaydetmiş.
Notlarda, birkaç ay yaşayabilen Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ‘kotarılıp’ diktatöryal bir rejim görüntüsünden kurtulma çabalarına da rastlıyoruz. 20 Nisan 1930 tarihli notta, “Akşam Gazi ile Marmara’da. Yeni intihap. Muhalif fırka intihabı. Fethi Bey’in muhalefet riyasetini görüştük” diyor İnönü.
Notlarda 1935’ten itibaren yerinden alınacak veya bazı görevlere atanacak isimler geçmeye başlıyor. Bu nokta önemli gibi. Zira, İnönü’nün devlet kadrolarına kendine yakın isimleri getirmek istediği belli oluyor. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük payın kendisine ait olduğuna başından beri inandığı anlaşılan İnönü, kendisi için yazılan bir dörtlüğü 1 Ocak 1923’te, üstelik Lozan görüşmelerinin sürdüğü sırada defterine almış. Dörtlük şöyle: İsmet Paşa’ya/Hûnı İsmet neşr iderkenseyf—i satfetle çekin/Askerin serdâr—ı âlî—şânı sendin çok yaşa/Azm—i kahhârınla hasmın oldu pâmâl—i celâl/Galibiyet bak bugün ardındadır İsmet Paşa... Dörtlükteki fikre katılıyor olmalı ki, İsmet Paşa bunu 1923 günlüğünün ilk sayfasına koymuş. Bu fikirdeki birinin gerek siyasi rakipleri, gerekse Atatürk’e karşı kadrolaşması kaçınılmaz. Görünen o ki Atatürk’le sürtüşmeye başlamalarının temel sebeplerinden biri İnönü’nün kadrolaşmaya gitmedeki ısrarı. Notların 18 Eylül 1937 olanından, Atatürk ile aralarında ihtilafa yol açan gelişmenin, Nyon anlaşması için giden Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras’a, kendisi haricinde Atatürk’ün de talimat vermeye başlaması ve ardından başlayan tartışma olduğu anlaşılıyor. Bu, asıl sebep olmak yerine bardağı taşıran damla olarak görülmeli.
Atatürk’le ünlü kavgalarını ve ‘çekilme’ olayını, 18 Eylül 1937 tarihli notta detaya girmeden, “Akşam, Gazi, istasyondan hareket, çekilme kararı” şeklinde geçiştirmiş. Atatürk ölüp, İnönü cumhurbaşkanı olduktan sonra, ‘Şubat 1939’ ibaresiyle yazdığı günlükte, ilişkilerini ve kavgalarını, Atatürk’e bakışını, kendi yandaşlarının vaziyetini bir yerde özetliyordu: “Son seneler hükümet azasının ayrı kendisine çok bağlı olmasını düşünüyordu. Bunun için iptidai usuller kullanmak istedi. Hülasa Eylül 1937 kavgası oldu. Bu kavgada haksızlık esasında Atatürk’ündü... (Başbakanlıktan ayrılma kararını) gizli tutalım derken, kendisi gece gündüz benden şikayet etti. Devletin maliyesini banka gibi bir hale getirmek huyumdan bahsetti... Bütün dikkatim yeni tertibin muvaffakiyetsiz ve antipatik olması ihtimaline mahal vermemek için dostlarıma hep sükun ve yardım tavsiye ettim. İlk anda Atatürk’e benim çekilmemin halkça iyi telakki olunduğu raporunu vermişler. Atatürk hakikatin tam zıddı olduğunu hadisat ile öğrendikçe çok şaşkın oldu... Stadyumda, konserde, sokakta bana tezahürat devam etti. Bir yere çıkamaz oldum. Stadyum tezahürü hakiki bir hadise oldu. Hayatım fazla gelmeye başladı... İstanbul’a geldiğimi istemiyordu. Temasa gelmekten katiyen çekiniyordu. Çok iyi muamele ediyordu. Hatırımı almağa çalışıyordu. Arada bir derin bir mahcubiyet ve muhabbet nöbetine uğruyordu. Fakat benden çekiniyordu.”
Burada önemli bir hususu es geçmemekte fayda var. Tarihimizin kara lekesi Varlık Vergisi’nin konulduğu 1942’ye ait notların, yayına hazırlayanlar tarafından kitaba konulmadığı iddia ediliyor. Çünkü konuya ilişkin İnönü’nün notlarında, azınlıklara karşı oldukça sert ifadeler varmış.
Milli Şef dönemini sona erdiren 1950 seçimlerini adeta bir hezimetle kaybeden İnönü’nün, o yılın son gününde günlüğüne düştüğü kısacık not, o kadar çok şey anlatıyor ki: “Üzüntüyü bırak, yaşamaya bak. Yazan Dale Carnegie. İstanbul Ahmet Halit Kitabevi”.
Notlarda Bülent Ecevit adı ilk kez 1958’in 5 Ağustosunda geçiyor: “17. deniz. 6 dakika. Ekrem Amaç, Bülent Ecevit, Artunkal”.
Tarihimizin elem veren olaylarından olan Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamına giden yolun açılışı, darbenin kokusu İnönü’nün günlüklerine sinmiş durumda. Notlarda 1958 Ağustosundan itibaren bazı asker isimleri ve ilginç ifadeler geçmeye başlıyor. Mesela 31 Ağustos’ta İnönü, “Güzide ordular” ibaresini koymuş. Keza hemen ardından 6 Eylül’de Menderes’in, Irak ihtilaline işareten, “İdam sehepalarında can verenlerden ders alsalar ya” sözüne, bir gün sonra İnönü, “Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez” şeklinde cevap veriyordu.
Bazılarının demokratik ihtilal(!) olarak gördüğü 27 Mayıs darbesine yaklaştıkça, İnönü’nün notlarında albay, general, orgeneral sıfatlarıyla anılan isimlerin ilginç bir biçimde çoğalmaya başladığı farkediliyor. Mesela 31 Temmuz 1959’da emekli general Sadık, 10 Ağustos’ta Tümgeneral Kamil Arkut, 1960’ın 19 Martında Org. Abdülkadir Sevük gibi isimleri not etmiş. 21 Mayıs’ta, “Harbiye’nin büyük hareketi” notu düşülmüş. 27 Mayıs’taki darbe gününde, “İnkılap. Milli Birlik Komitesi ilanı. P. Yarbay Tevfik Ünlüer” notu var. İhtilali izleyen günlere dair notlarda, yarbaydan generale kadar birçok askerin ismi bulunuyor.
İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’te 89 yaşında vefat etmeden önce, deftere yazdığı son cümleler şunlar: Kilo 58.500. Kahve altıda kusma. Yemeği yarım bıraktım. Akşama doğru Zafer Bey geldi. Mide rahatsızlığı. Senato’ya gitmedim. İstirahat. Çok hafif yemek”.
İstiklal mücadelesinden kuruluş çalışmalarına, mekanizmalarının oluşturulmasından iktidar çekişmelerine kadar bir rejimin canlı tarihini ilk elden öğrenmek için İnönü’nün defterleri bulunmaz bir fırsat.